Rüya bir görme işi. Kafa gözüyle değil, ruhumuzun göze ihtiyaç duymadan gördükleri, duydukları, hissettikleri... Rüya, görünen âlem sınırları içinde gayb âlemine açılan bir pencere, bir temâşa, bir seyir ânı.
Meselenin aslına bakılacak olursa, rüya Kur’ân’ın sahip çıktığı bir ÅŸuur olayıdır. Kur’ân’da yedi yerde ‘rü’yâ’ kelimesine yer veriliyor ve âyetlerin içinden rüyanın anlamı ve tanımı çıkıyor.
“Allah, Resûlünün gördüğü rüyayı hak ile tasdik etti” (Fetih, 48:27) ifadesiyle, “Sen rüyanda emrolunana uydun” (Sâffât, 37:105) cümlesinde ‘sâdık-doÄŸru rüya’ anlatılıyor ve asıl rüyanın bu ‘rüya’ olduÄŸu belirtiliyor. Sâdık rüyanın da “EÄŸer rüya tabirini biliyorsanız, benim bu rüyamı tabir edin” (Yûsuf, 12:43) âyetiyle tabire deÄŸer, tabir edilebilen bir rüya olduÄŸu bildiriliyor.
Sâdık rüyayı görünce kime anlatılacağı noktasında da, Yakub aleyhisselâmın oÄŸlu Yûsuf aleyhisselâma tenbih ettiÄŸi, “Rüyanı sakın kardeÅŸlerine anlatma yavrum, yoksa sana bir tuzak kurarlar” (Yûsuf, 12:5) ölçüsüne bakılarak rüyanın dost kimselere anlatılmasının gereÄŸine iÅŸaret ediliyor.
Zaten, Efendimiz(a.s.m.) de, “Biriniz sevdiÄŸi bir rüyayı görürse, onu sevdiÄŸi birisinden baÅŸkasına anlatmasın” (Müslim, Rü’ya: 5) ve “Rüya yorumlanmadıkça bir kuÅŸun ayağı üzerindedir. Yorumlanınca çıkar. Rüyayı gören onu sevdiÄŸi kimseden, bilgi ve dirayet sahibi olandan baÅŸkasına anlatmasın” (Ä°bn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 7) buyurarak rüyayı gördükten sonra kime anlatılacağını bildirmiÅŸ oluyor.
Kur’ân’da ifade edilen ‘edğâsu ahlâm’ (Yûsuf, 12:44) ÅŸeklinde bir çeÅŸit rüya daha vardır ki, bunlar asıl itibarıyla rüya deÄŸil, karmakarışık görüntülerdir, tabir ve tevil etmeye bile gerek yoktur. Sâffât sûresinde geçen ‘rü’yâ’ ise, Ä°brahim aleyhisselâmın oÄŸlu Ä°smail aleyhisselâmı kurban etmek için Allah’tan aldığı emre uymasıdır.
Kur’ân’ın açık biçimde öğrettiÄŸi üzere, uykuda görünen, duyulan ve yaÅŸananlar üç türlüdür. Hadisin anlattığı da aynı: birisi Allah’tan bir müjde olan meleklerin telkin ettiÄŸi sâdık rüya, diÄŸeri uyanıkken hayalde kalan ÅŸeylerin uyuyunca karmakarışık ve anlamsız bir ÅŸekilde görünmesi, üçüncüsü de ÅŸeytanın uykuda iken insanın kalbine attığı korkular.
Ãœzerinde durulan, dikkate ve ciddiye alınan, tabire ve tevile deÄŸer görülen rüya, sâdık rüyalardır. Bunun dışında kalanlar rüyalar ‘rüya’ tasnifine bile girmemektedir.
Ruh, insanın özünde bulunan ilâhî bir latife olduÄŸu için, dünya ile ilgimiz kesilir kesilmez gayb âlemiyle bir baÄŸlantı kurar, oradan bir pencere açar, o pencereden meydana gelen hadiselere bakar. Levh-i Mahfuzun bir cilvesi ve kader mektubunun bir numunesi türünden birine rastlar, birtakım hakikî vak’aları görür. Ä°ÅŸte sâdık rüyalar bu kısımdandır.
Sâdık rüyaların bir kısmı göründüğü gibi çıkar, bir kısmı ince bir perdeye bürünmüş olarak belirir, bazıları da çok kalın bir perdeye sarılır. Sâdık rüyaların en mükemmelini Peygamberimiz özellikle vahyin ilk aylarında görmüş ve gördüğü gibi çıkmış, bu rüyalar için hiçbir biçimde tevile ihtiyaç duyulmamıştır.
Sâdık rüyalar hadisin ifadesiyle bir müjde, mü’min ruhlara bir ferah ve sevinç kaynağı, ayrıca nübüvvet nurundan kalan bir parçadır. Hadisler bu konuya ÅŸu açıklığı getirirler:
“Ey insanlar! PeygamberliÄŸin belirtilerinden yalnız güzel rüya kaldı.” (Ä°bn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
Ubade bin Samit, Resûlullah’a, “Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır” (Yunus, 64) âyetindeki ‘müjde’yi sorunca Resûlullah(a.s.m.) âyeti şöyle tefsir eder:
”O güzel rüyadır. Onu Müslüman kiÅŸi görür veya onun için görülür.” (Ä°bn Mâce, Tabirü’r-rü’yâ: 1)
“Salih rüya Allah’tandır. Biriniz sevdiÄŸi bir rüyayı görürse onu sevdiÄŸi bir kimseden baÅŸkasına anlatmasın.” (Müslim, Rü’yâ: 5)
“Salih bir kiÅŸi (veya salih bir kadın) tarafından görülen güzel rüya nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır” (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 12:272).
Efendimizin peygamberlik süresi 23 sene olmuş, vahyin ilk altı ayı sâdık rüyalar şeklinde geldiği için sâdık rüyalar peygamberliğin nurundan bir parça sayılmıştır.
En sâdık rüyaların seher vaktinde görülen rüyalar olduÄŸunu (Tirmizi, Rü’yâ: 3) bildiren Efendimiz, hadis kitaplarında bildirildiÄŸine göre, her sabah namazından sonra sahabileriyle sohbet ederlerken “Bu gece içinizden rüya gören var mı?” diye sorarlar, çoÄŸu zamanlar da kendileri görmüş oldukları rüyaları anlatır ve tabir ederlerdi.
BaÅŸta Hz. Yûsuf ve Hz. Ä°brahim olmak üzere peygamberlerin gördüğü rüyalar bir vahiy ikliminde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Yûsuf aleyhisselâm küçüklüğünde gördüğü ve Yûsuf sûresinde anlatılan rüyayı kastederek sûrenin sonunda babası Yâkub’a, “Ä°ÅŸte baba, evvelce gördüğüm rüyanın tabiri budur” demesi, bu sırdandır. Bu sûreden anlaşılacağı üzere, büyük bir peygamberin hayat seyri bir rüyanın açılımı biçimindedir.
Efendimizin hayatında sâdık rüya çok yer tutmuş, savaşlardan önce görmüş oldukları rüyalar savaşın seyrini önceden işaret etmiştir.
Söz buraya gelmişken, konuyu ele almamıza vesile olan rüyalarla amel etme, rüyaların dinî hükümlere esas teşkil edip etmemesi meselesine paragraf açalım.
Bu meselenin ölçüsünü bize hem Kur’ân veriyor, hem de Efendimizin bizzat kendi uygulamaları öğretiyor. Hz. Yûsuf’un rüyasını hatırlayacak olursak, Hz Yûsuf babasına anlattığı rüyasında onbir yıldızın, ayın ve güneÅŸin kendisine secde ettiÄŸini görmüştür. Babası da rüyayı kardeÅŸlerine anlatmamasını, aksi halde onların kendisine zarar vereceklerini hatırlatır. Yûsuf aleyhisselâm rüyada gördüklerinin başına geleceÄŸini bildiÄŸi halde kadere teslim olmuÅŸ, sabırla karşılamıştır. Rüyadan sonra kuyuya atılmış, köle olarak satılmış, iftiraya uÄŸramış, zindana konmuÅŸ. Bütün bunları rüyanın iÅŸaretiyle, rüya tabiri konusunda ilâhî bir mevhibeye ulaÅŸmasıyla ve asıl olarak nübüvvet gözüyle bildiÄŸi halde herÅŸeye büyük bir teslimiyetle boyun eÄŸmiÅŸtir.
Peygamberimiz Uhud savaşına çıkmadan ve henüz savaşın nasıl ve nerede yapılacağı hususunda bir karar vermeden önce bir rüya görürler ve rüyalarını kendileri bizzat anlatır ve yorumlarlar. Mesele hakkında çok önemli bir ölçü olması bakımından hadisi arzetmek gerekiyor:
“Ben vallahi bir rüya gördüm, hayra yordum. Kendimi saÄŸlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zülfikar’ın aÄŸzında bir gedik açıldığını gördüm. BoÄŸazlanmış bir sığır gördüm. Arkasından da bir koç gördüm.”
Rüyasını bu şekilde anlatan Efendimiz, tabiri de yine kendileri yaparlar:
“SaÄŸlam zırh giymek, Medine’de kalmaya iÅŸarettir, orada kalınız. Kılıcımın aÄŸzından bir gedik açıldığını görmem, bir zarara uÄŸrayacağıma iÅŸarettir. BoÄŸazlanmış sığır, sahabilerimin ÅŸehid olacağına iÅŸarettir. Arkasından bir koç görmem ise, askerî bir birliÄŸe iÅŸarettir ki, inÅŸaallah onları Allah öldürecektir.” (A. Köksal. Hz. Muhammed ve Ä°slâmiyet, 3:62-63.)
Bu gayet açık ve net olarak gördüğü rüyaya rağmen Resûlullah Efendimiz rüyada gördüklerine göre amel etmemiş, konuyu sahabilerinin istişaresine getirmiş ve kendi fikirlerinin aksine olduğu halde çıkan kararı uygulamıştır, rüyada gördüklerini de teslimiyetle karşılamıştır.
Rüyanın bir müjde ve beÅŸaret olduÄŸunu bildiren hadisler asıl olarak rüyanın mü’minin hayatındaki yerini tesbit ediyor. Bunun için, bir mü’min gördüğü bir rüya sonucu hayatına çekidüzen verebilir, ibadet ve takvasını geliÅŸtirebilir.
Bir seferinde Abdullah bin Ömer rüyasında iki melek görür ve melekler kendisine, “Namazı da çok kılsan, ne iyi adamsın sen” derler. Bu rüyayı Hz. Abdullah, kızkardeÅŸi ve Efendimizin hanımı Hz. Hafsa’ya anlatır, Hz. Hafsa da Peygamberimize arzeder. Peygamberimiz de “Çokça gece namazı kılsa, Abdullah gerçekten salih bir kuldur” buyururlar. Hz. Abdullah’ın talebesi ve bir hadis deryası olan Hz. Nâfi der ki: “Bundan böyle Abdullah gece namazlarını artırdı.”
Sahabilerin hayatında bu tarzda uygulamayı görüyoruz.
Bir zât Hz. Ömer’e gelir, rüyasında ay ile güneÅŸin birbiriyle savaÅŸtıklarını görür. Hz. Ömer, “Sen hangisiyle beraberdin?” diye sorar. Adam, “Ay ile” diye cevap verir. Hz. Ömer, “Sen mahvedilmiÅŸ âyetle (ışığı kendinden olmayan bir gökcismi ile) beraberdin; asla bir iÅŸ üstlenemezsin” der ve rüyayı gören adamın karakter yapısını dile getirir.
Bu hadisi ve rivayeti nakleden İslâm hukuku usulcüsü eş-Şâtibî şu bağlayıcı açıklamayı getirir:
“Bu çeÅŸit rüyalarla amel edilebilmesi için aranan ÅŸartlar üzerinde durmak gerekir. Sadece rüya ile deÄŸil, keÅŸif ve ilham gibi yolların dikkate alınıp onlarla amel edilebilmesi için mutlak surette dinî bir hükme veya ÅŸer’î bir kaideye ters düşmemesi gerekir. Çünkü dinî bir kaide ve hükmü ihlal eden birÅŸey haddizatında hak olan birÅŸey deÄŸildir. O ya hayaldir, ya vehimdir veya ÅŸeytanın bir telkinidir. Bunlar bazen içlerinde bir hak unsuru taşıyabilir, bazen de haktan hiçbir ÅŸey taşımayabilir.
“Bu durumda bunların dikkate alınması doÄŸru deÄŸildir. Çünkü dinen sabit olan birÅŸeye ters düşmektedir. Şöyle ki: Hz Peygamberin getirmiÅŸ olduÄŸu dinî hükümler geneldir, özel deÄŸildir. Onun esasları bozulamaz. Durum böyle olunca, dinin belirlediÄŸi esaslara ters düşen herÅŸey sakat ve bâtıldır.
“Bu konuya verilecek misallerden biri de Ä°bn Rüşd’e sorulan bir sorudur. Bir hâkim, kendisine gelen bir davada adaletiyle bilinen iki ÅŸahidin ÅŸahitlikte bulunmasından sonra rüyasında Hz. Peygamberin kendisine, ‘Bu ÅŸahitlikte hüküm verme, çünkü o bâtıldır’ dediÄŸini görür.
“Bu durumda ne yapacaktır? Ä°ÅŸte böyle bir rüya dinî kaidelerden birisiyle (yani âdil ÅŸahidin ÅŸehadeti prensibine) ters düşmekte ve dinî bir hükmü ihlal etmektedir.”
(Ebû İshak eş-Şâtibî, el-Muvafakat, müt: Doç. Dr. Mehmed Erdoğan, 2:264-268)
Bediüzzaman Said Nursî de, “Hayâlâtlara karşı kapısı açık olan rüyaları tahkiki bir surette mevzubahis etmek, tahkik mesleÄŸine tam uygun gelmez” demekte, bir baÅŸka ifadesinde ise “Rüya dahi, hayır iken bazı aks-i hakikatle göründüğü için ÅŸer telâkki edilir, ye’se düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû-i zan verir. Çok rüyalar var ki, sûretleri dehÅŸetli, zararlı, mülevves iken, tabiri ve mânâsı güzel oluyor” tesbitinde bulunmaktadır. (bkz. RNK, s 511) Bu arada Bediüzzaman “Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık” (Nebe’, 78:9) mealindeki âyete “Rüyada ve nevmde (uykuda) perdeli olarak ehemmiyetli hakikatler var olduÄŸunu gösterir” (RNK, s. 511) ÅŸeklinde bir açıklama getirir ki, rüyadaki hakikatlerin yoruma, tabire ve tevile müsait olduÄŸunu ifade eder. Cenâb-ı Hakkın, keÅŸfiyatta ve rüya-yı sâdıkada bir kısım gaybî hakikatleri ihsas ettiÄŸini bildiren Bediüzzaman, “O hakikatlerin hususî suretleri vukuundan sonra bilinir” der. (RNK, s. 1653) Sâdık rüyaların hiçbir ÅŸekilde ‘delil ve hüccet’ olamayacağına da iÅŸaret ederken, rüyaların hadiste bildirildiÄŸi üzere birer müjde mahiyetini taşıdığını dile getirir (RNK, s. 2063).
Rüyaların dinde, Kur’ân’da ve sünnette, özellikle tasavvufta yeri vardır ve önemlidir, ama dinî bir hüküm içermez, dinî bir meseleyi hükme baÄŸlamaz ve bu mânâda onunla amel de edilmez.
Tüm Makaleleri Gör |