Rüyalar, uykunun REM evresinde görülüyor ve insan sağlığı için oldukça önemli. REM uykusunda çeşitli sinapslar güçleniyor, yenileri oluşuyor ya da gerekli olmayan sinaps bağlantıları kopuyor. Kısacası, REM uykusu beyindeki bağlantıları yeniden şekillendiriyor. Belleğin gelişmesine ve öğrenmeye de önemli katkısı var. REM uykusunu yeterince alamayan kişilerin belleklerinde zayıflama oluyor ve öğrenme güçlüğü çekiyorlar.
Uykunun REM evresinde uyandırılan kişilerin neredeyse %95inin rüya gördüklerini ifade ettiklerini görmüştük. Bu durumda, insan beyni için çok önemli olan REM uykusuyla yakın bağlantısı olan rüyaların da büyük önemi olduğu düşünülüyor. Binlerce yıl önce rüyaları n tanrılardan gelen mesajlar olduğuna inanılırken artık günümüzde rüyanın beyin içerisinde gerçekleşen kimyasal bir dizi reaksiyonun sonucu oluştuğu bilinen bir gerçek. Rüyalar, beyin kimyasının psikolojik yansımaları olarak kabul ediliyor.
Rüyaların kaynağını esas olarak daha önceden algılanmış ve belleğe atılmış çeşitli veriler oluşturuyor. Kimi bilimciler, bu verilerin çocukluk çağlarında algılanan ve beynin derinliklerinde saklanan kaygılar olduğunu savunurken, kimileri de rüyaların kaynağının, etkisi altında kalınan günlük olaylardan başka bir şey olmadığını savunuyor. Rüyaların işleviyle ilgili yapılan araştırmalar genellikle rüyaların bir amacının olduğu konusunda fikir birliğinde olsa da, bunların ne olduğu halen tartışma konusu. Kimi teorilere göre rüyalar bilinçaltında kalmış, baskılanan arzu ve korkuların uykuda yüzeye çıkması.
Araştırmalarının büyük kısmını rüyalar üzerinde yapan ünlü psikiyatrist Sigmund Freuda göre rüyalar, çocukluk çağlarımıza kadar uzanan ve bilinçaltında saklı, bastırılmış ve kökende cinselliğe dayanan arzuların, korkuların kısa bir süre için de olsa bilinç düzeyine çıkması. Çocukluk çağından itibaren bastırılarak bilinçaltına itilen arzular ve korkular, rüyalar sırasında su yüzüne çıkıyor ve bu gerçeklerle yüzleşiyoruz. Ancak bu rüyaların çoğu uyanınca hatırlanmıyor ve bu nedenle önemi anlaşılmıyor.
Freud, rüyaların hiç de küçümsenmemesi gerektiğini, aksine onların üzerine gidip mutlaka yorumlanması gerektiğini savunuyordu. Bu sayede birçok psikolojik sorunun çözümlenebileceğine inanıyordu. Kimilerine göreyse rüyalar, çok eskiden bilinçaltına atılmış olayların değil, sadece günlük olayları n tekrar gözden geçirilmesi olarak yorumlanıyor. Freudun öğrencisi olan Carl Jung, rüyaları bilinçaltındaki cinsel ağırlıklı isteklerin su yüzüne çıkması olarak değil, bazı saklı istek ve kaygılarımızın dile getirildiği bir mekan olarak görüyordu. Junga göre, rüyalarda karşılaşılan bu istek ve kaygılar, Freudun savunduğu gibi çocukluktan beri bastırılmış duyguların sonucu olarak değil, günlük yaşamdaki sıradan olayların etkisiyle meydana geliyordu. Junga göre rüya, insan beyninin yine kendisine gönderdiği mesajlardı. Bu mesajlardan yararlanarak gizli kalmış isteklerimizin, sıkıntılarımızın çözüme kavuşturulabileceğine inanıyordu. Etkisi altında kalınan ve bilinçaltına itilen olayların su yüzüne çıkması. Bu teoriye göre, rüyalar beynin kendisine yolladığı önemli mesajlar. Bu mesajları iyi değerlendirmek gerekiyor.
Rüyaların duygusal termostatlar olduğunu, yani duygularımızı düzenlediğini savunanlar da var. Rüyalar, dış ortama duygusal olarak uyum sağlamamızı sağlıyor; bir bakıma günlük yaşamdaki davranışları mızı düzenliyor. Çeşitli günlük olaylara reaksiyonları güçlendiren ve davranış şekillerini ayarlayan rüyalarda, bir bakıma günlük olayların provası yapılıyor. Böylece rüyalar, duygusal ve davranışsal olarak günlük hayata hazırlıyor.
Rüyaların, öğrenme ve bellekle yakın ilişkisi bulunuyor. Rüyalar sırasında beyinde var olan bağlantılar güçlenirken yeni bağlantılar oluşuyor. Beyinde yeni nöron bağlantıları oluşması, öğrenmenin mekanizması olarak biliniyor. Rüyalar sırasında, mevcut nöron bağlantıları defalarca uyarılıyor. Bu da gün içerisinde öğrenilen bilgilerin daha sağlamlaşmasını sağlıyor. Sağlamlaşan bilgi, kalıcı hale geliyor, yani belleğe atılıyor, böylece bellek güçleniyor. Bunun tam aksine, rüyaların unutmak için görüldüğünü düşünen bilimciler de var. Onlara göre rüyalar, gereksiz ya da zararlı bilgilerin silinmesi için gerekli. Rüyalar sırasında gereksiz bağlantılar kopartılıyor ve beyin bir bakıma temizlenip yeni bilgileri yüklemek için hazır hale getiriliyor.
DNAnın çift sarmal yapısını ortaya çıkaran Nobel ödüllü bilimci Francis Crick ve yardımcısı Graeme Mitchisona göre, rüyaların en önemli amacı unutmak. Yani, esas olarak unutmak için rüya görüyoruz. Bu teoriye göre rüyaları n amacı, beyindeki gereksiz hatta zararlı bazı bağlantıların yok edilmesi. Bu ters-öğrenme modeline göre rüyalar sırasında bağlantılar güçlenmiyor, tam tersine zayıflıyor. Rüyaların çoğunun hatırlanamamasının sebebi de bu ters-öğrenme mekanizması. İstenmeyen, faydasız nöron bağlantıları REM uykusu sırasında belirleniyor ve adeta bilgisayarların virüs tarama-yok etme programları gibi bu gereksiz ve zararlı bağlantılar siliniyor. Böylece beyin bir bakıma virüslerden temizlenmiş oluyor.
Crickin teorisine göre rüyaları hatırlamamak çok daha iyi. Onları hatırlamaya çalışmak ise, Freudün savunduğunun tam tersine, beyne zarar veriyor. Henüz ispatlanamamış olan Crickin ters-öğrenme teorisi, rüyaların amacını açıklamakta yaygın kabul gören bir model değil. Rüyalar, beynin kendi kendini tamir etmesi için gerekli ortamı sağlıyor olabilir. Rüyalar sırasında, beyinde azalan mesajcı moleküller yeniden sentezleniyor, gerekli proteinlerin yapı mı artıyor. Böylece beyin, rüyaları kendisi için gerekli maddeleri temin etmede kullanıyor. Bütün bu teorilerin aksine rüyaların hiçbir işe yaramadığını düşünenler de var.
Bu araştırmacılar rüyaların beyin metabolizmasının bir yan ürünü olduğunu ifade ediyor. Rüyaların, beynin alt merkezlerinde rasgele oluşan uyarıların beynin üst merkezlerinde anlaşılmaya ve ifade edilmeye çalışılması olarak görülüyor. Harvard Üniversitesinden Dr. Hobson ve Dr. McCarleyin ilk olarak ortaya attığı aktivasyon-sentez modeline göre rüyaların hiçbir psikolojik kökeni ya da amacı yok. Bu teoriye göre rüyalar, beyin sapından kaynaklanan bir dizi nöron bombardımanın yol açtığı düzensiz sinyalin beynin üst merkezlerinde, yani kortekste yol açtığı etkiler sonucu ortaya çıkıyor. Beynin bilinçten sorumlu kısmı olan korteks, bu düzensiz ve kontrolsüz sinyalleri algıladığında bunları belirli bir düzene sokmaya çalışıyor. Son derece düzensiz olan bu uyarılarla ancak belirli imajlar yaratabiliyor, yani rüyaları oluşturuyor. Rüyalarımızda suda yürümemiz, kafası hayvan vücudu insan olan şekiller görmemiz, beyin alt merkezlerinden gelen düzensiz sinyallerin kortekste mümkün olduğunca düzenlenme çabasının sonucunda ortaya çıkıyor.
Tüm bu teorilerin hangisinin doğru olduğu henüz bilinmiyor. Ancak, milyonlarca yıldır süregelen insanın yaşamında hep var olmuş ve hala devam eden bir beyin işlevinin yararlı bir amacı olsa gerek!
Birçok bilimci rüyaların sadece beyin metabolizmasının bir yan ürünü olduğu ve hiçbir amacı olmadığı görüşünü paylaşmıyor. Rüyaların çok önemli fizyolojik görevleri olduğunu düşünen araştırmacılar çoğunlukta.
Tüm Makaleleri Gör |