Tüm ömrümüzün neredeyse üçte biri uykuda geçmesine karşın, yararları konusundaki bilgimiz neredeyse yok denecek kadar az. Son yıllarda yapılan araştırmalar, uykunun boşa geçirilen zaman olmadığını, gerek bedensel gerekse psikolojik açıdan faydalarının olduğunu gösteriyor. Eskiden, uyku sırasında beynin çalışmasının yavaşladığı ya da durduğu, böylece beynin dinlendiği sanılıyordu. Ancak, 1950lerden sonra durumun böyle olmadığı anlaşıldı.
REM uykusunun keşfedilmesinden sonra, uykuda beynin durmadığı, tam aksine belki de gün içerisinde olduğundan bile daha fazla çalıştığı gözlemlendi. Uyku, beynin yavaşladığı ve hızlandığı çeşitli evrelerden oluşuyor. Bu evreler çok karmaşık bir kontrol sistemi içerisinde gece boyunca birbirini takip ediyor. Anlık değişebilen hormon düzeyleri ve vücut ısısındaki oynamalar, bu evrelere eşlik ediyor. Her 90 dakikada bir oluşan REM uykusu sırasında beyinde yüksek bir hareketlenme oluyor ve bu hareketlilik tüm uykunun neredeyse %20sini oluşturuyor. Uyku sırasında beyin kan akımında %20ye varan azalma olsa da, beyin hücreleri, sinyal sayısını artırarak bunu telafi ediyor.
REM uykusu dışındaki NREM denen ve bilincin tamamen kaybolduğu derin uykuda dahi beyin hücreleri çalışmaya devam ediyor. Elektroensefalogram (EEG) denen cihazla yapılan ölçümler, uyku ve uyanıklık sırasında beynin farklı bölgelerinin çalıştığını gösteriyor. Uyku sırasında beynin düşünce ve bilinçli hareketlerden sorumlu olan dış kabuğu, yani korteksle, beynin ortasındaki bilinç dışı kontrol merkezlerinden birisi olan talamus arasında sinyal iletimi oluşuyor. Bu iletilerin, beyinde meydana gelen düzensiz, amaçsız ve rasgele sinyalleşmeler olmayıp, beynin kendi ihtiyacı için yarattığı sinyaller olduğu düşünülüyor. Yapılan tüm araştırmalar uykunun, uyanıklık durumunun ortadan kalkmasıyla oluşan basit bir durum olmadığını gösteriyor. Uyku sırasında beyin faaliyetleri durmuyor, tam aksine sinir hücrelerinin ürettiği sinyaller yeniden organize oluyor.
Araştırılan tüm memelilerde, uyku REM ve REM olmayan fazları içeren bir döngüden oluşuyor. Bu bulgu, uykunun sadece türler arasında ortak olan bir özellik olmakla kalmayıp, işlevsel bir yönünün olduğunu da gösteriyor. Yıllar boyunca uykunun tek amacının enerji tasarrufu olduğu düşünüldü. Ancak günümüzde uyumanı n, basit bir enerji tasarruf mekanizması olmayıp, bu süre içerisinde enerjinin aktif olarak kontrol edildiği düşünülüyor. Uyku, beynin yavaşladığı ve hızlandığı çeşitli evrelerden oluşuyor. Bu evreler çok karmaşık bir kontrol sistemi içerisinde gece boyunca birbirini takip ediyor. Anlık değişebilen hormon düzeyleri ve vücut ısısındaki oynamalar bu evrelere eşlik ediyor. Uykunun ilk saatlerinde, yani uykunun ilk evresinde beyin dalgaları yavaşlıyor.
Yavaş dalga evresinde, kaslar gevşiyor ve göz hareketleri duruyor. Bu süre içerisinde kalp hızı yavaşlı yor, kan basıncı ve vücut ısısı düşüyor. Bu sırada uyandırılan kişiler rüya tanımlamıyor; ancak bazı imajlar gördüğünü ifade ediyor. Beyin dalgalarının yavaş olduğu bu evreden sonra beyin dalgalarında hızlanma başlıyor. Bu evrede beyin dalgalarının hızı, adeta uyanık haldeki dalga hızına benziyor. Göz hareketleri hızlanıyor, vücutta tam bir gevşeme oluyor ve solunum kasları dışındaki kaslar adeta felç durumuna geçiyor. Hızlı göz hareketlerinin olduğu bu evreye REM uykusu deniyor. Esas olarak rüyalar bu evrede görülüyor. REM uykusu sırasında kan basıncı, vücut ısısı ve kalp atışlarında oynamalar oluyor.
Erkeklerin cinsel organında ereksiyon, yani sertleşme bu evrede görülüyor. Bu evre ilk olarak 15 dakika sürüyor. Bunu tekrar yavaş dalga evresi izliyor. Gece boyunca bu evreler birbiri ardına geliyor. Bu evreler ortama 100 dakikada bir tekrarlayarak devam ediyor. Giderek yavaş dalga evresinin derinliği azalıyor ve REMin süresi uzuyor; ta ki, uyanana kadar. İnsan hayatının değişik dönemlerinde bu uyku evreleri değişime uğruyor. Örneğin, bir bebek genellikle günün 18 saatini uyuyarak geçiriyor. Bu uykunun çoğu derin bir yavaş dalga evresinde geçiyor. Erişkinlerse genellikle günde 6-7 saat uyuyor. Bu uykununsa çok az bir kısmı yavaş dalga evresinde geçiyor.
Kimi araştırmacılara göre uykunun en önemli işlevi, rüyalara zemin hazırlaması. Rüyalar yüzyıllardır insanoğlunun merakını cezbetmiş. Binlerce yıl önce eski Mısırlılar zamanında rüyaları n gerçeküstü bir dünyanın habercileri olduğu düşünülüyordu. Onlara göre rüyalar, felaketlerin ya da iyi talihin ön habercileri olarak tanrılar tarafından gönderilen mesajlardı. İlk rüya tabirleri kitabı eski Mısırlılar tarafından yazıldı. Rüyalar aynı zamanda tedavi amaçlı da kullanılabiliyordu. Kötü durumda olan bir kişi, bir tapınakta uyuyarak tanrılardan onu iyileştirmesini diliyordu. Ertesi gün, kişinin gördüğü rüyayı yorumlayan rahipler, nasıl bir mesaj geldiğini anlamaya çalışıyordu. Eski Yunanlılar da MÖ 8. yüzyılda rüyaların tanrılardan gelen kutsal mesajlar olduğuna inanıyordu. Rüyaların dış dünyadan ya da tanrılardan gelen mesajlar değil, insanın kendi zihninden kaynaklandığı fikri ilk olarak MÖ 5. yüzyılda Heraklitos tarafından ortaya atıldı.
Ünlü düşünür Aristo ise rüyaların tanrı mesajları olduğu fikrine son noktayı koydu. Parva naturalia adlı eserinde Aristo, rüyaların günlük hayatta meydana gelen olayların birikimi sonucunda oluştuğu fikrini ortaya attı. Aristo, rüyaların insanın sağlığını yansıttığını ve rüyalar sayesinde çeşitli hastalıkların iyileştirilebileceğine inanıyordu. Modern tıbbın kurucusu olan Hipokrat da bu fikri destekleyenlerdendi. Ünlü psikiyatrist Sigmund Freud, rüyaların ruhsal hastalıkları anlamak ve tedavi etmekte çok önemli olduğunu savunuyordu. Günümüzde bazı bilimciler rüyaların beyin biyokimyası nın bir yan ürünü olduğunu ve özel bir amacı olmadığını ifade ediyorlar. Ancak, halen araştırmacıların çoğu rüyaların bir işlevi olduğunu ve bunların tedavi amaçlı kullanılabileceğini düşünüyorlar.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, uykunun öğrenme sürecine de olumlu etkisi olduğunu gösteriyor. Değişik memeliler üzerinde yapılan çalışmalarda, uyku, öğrenmeyi artırarak iş yapma becerisini geliştiriyor. Değişik hayvan türlerinde uyku süresinin farklı olması, uykunun çeşitli işlevsel yönleri olduğunu gösteriyor. Bazı hayvanlar günün neredeyse tamamını uyuyarak geçirirken, bazı hayvanlarsa hiç uyumuyor. Bazı hayvanların hiç uyumaması ya da az uykuyla yetinmeleri, uykunun yararı olmadığı anlamına gelmiyor. Bu hayvanların, evrim süreci içerisinde bu şekilde bir uyum süreci geçirdikleri düşünülüyor. Aslan ve kaplan gibi güçlü ve yırtıcı hayvanlar, avlanmadıkları ve eşleşmedikleri sürelerde oldukça uzun uyuyabiliyorlar. Ancak tavşan gibi küçük ve savunması z hayvanlar kısa süreli uykuyla yetiniyor. Evrim süreci içerisinde uykunun doğaya uyum süreci içerisinde şekillendiği ve hayvanların hayatta kalmalarına yetecek kadar uyku alışkanlığı geliştirdiği düşünülüyor.
İnsanlarda uykunun önemini gösteren bulgulardan birisi de, uyku bozukluklarının kişileri olumsuz etkileyerek çeşitli bedensel ve psikolojik hastalıklara yol açması. İnsanın ihtiyacı olan uykunun yeterince alınamaması, düzensiz uyku ya da uyku kalitesinin iyi olmaması çeşitli hastalıklara yol açıyor. Uyku bozuklukları belki de en sık toplumsal sağlık sorunu. ABDde yaklaşık 70 milyon insanın çeşitli düzeylerde uyku sorunu var. En sık uyku sorunu, insomni denen uykusuzluk hastalığı. Bu kişilerin bir kısmı hiç uykuya dalamazken bazıları gecenin bir yarısında uyanıp bir daha uyuyamıyor. Uyku apnesi denen başka bir hastalıksa, kişinin hayatını tehdit edebilen bir rahatsızlık. Bu hastalıkta, uyku sırasında solunum kaslarında o derece gevşeme oluyor ki, bir süre için nefes almak dahi mümkün olmuyor. Bu nedenle, kişiler derin uyku evresine hiç geçemiyor. Gece uykusunu alamadığı için bu kişiler, gün içerisinde sürekli uyukluyor ve çeşitli kazalara yol açabiliyorlar.
Eskiden, uyku sırasında bilincin tamamen kaybolduğu düşünülüyordu. Ancak, son yıllarda uyku süresince bilincin kaybolmadığı, ancak farklı bir konuma geçtiği savunuluyor. Uykuda görülen rüyalar, bunlardaki görüntüler ve düşünce tarzı, şizofreni gibi bazı psikolojik hastalıklardakine oldukça benzerlik gösteriyor. Gerçekte var olmayan ses ve görüntülerin değişik bir düşünce zinciriyle bilinç düzeyine taşınması rüyaların en önemli özelliği. Bu değişik bilinç düzeyi, kişi uyandığında beyindeki diğer merkezlerin etkisiyle baskılanarak günlük hayatta kullandığımız bilinç düzeyine geçiyor. Diğer bir deyişle, belki de bir şizofrenle diğerleri arasındaki tek fark, uyanıkken farklı bir bilince sahip olmaları.
Uykunun mekanizmaları ve amacı henüz tam olarak bilinmiyor. Uykunun sırlarının ve amacının araştırılması, beynin daha iyi anlaşılmasına yol açarak birçok hastalığının anlaşılmasına ve tedavi edilmesine yardımcı olacak.
Tüm Makaleleri Gör |